Twitter
Billur Kalkavan
Billur Kalkavan

Çığlık çığlığa çocuklar

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Türk insanı sıcak kanlı, kavgacı, atarlı, sevecen, dokunsal, gürültücü ve laubali... Dolayısıyla da çocuklarımızı kendimiz gibi yetiştiriyoruz. 

Dünyaya getirmeden öncesinden başlaması gereken kaygılar da olmayınca şuursuzca karar verilip, âdettendir diye doğuyoruz. Mesela hatırlıyorum, eskiden (nostalji değil tespit) terbiye esastı.

Şimdilerde altı dolmamış Amerikan özentisi bir tavırla sal çayıra şeklinde büyütüyoruz. Çocuğun fikrini sormak evet de her hakkı tanımak, bağırıp çağırmasına, terbiyesizliğine göz yummak moda oldu.Bizim zamanımızda dayak atılır, azarlanır, çocuk adeta sindirilirdi. Şimdilerde esirleri olduk. Anladık ne pısırık olsun ne de gereksiz cengaver de ikisinin arası bir çare yok mu? Eminim vardır.

Çocuk sahibi olmamama rağmen onlarca uzman, doktor, kişisel gelişimciyle yaptığım programlardan öğrendiğim, çocuk köpek gibidir. Hemen dellenmeyin, kıyas değil, şundan dolayı; çocuk da köpek gibi direktif almayı, yönlendirilmeyi ister. Yapmazsanız mutsuz olur çünkü ne yapması gerektiğini bilemezse ortada kalır. O zaman da ilgi çekmek için oradan oraya koşuşturup, gürültü çıkarır, milleti de sizi de rahatsız eder.

Anneler sabahtan akşama kadar yapma, etme, konuşma, vb abuk subuk talimatlar ve yasaklarla çocuklarını süper terbiye ettiğini zannederken o zavallı ruh ne yapacağını bilemez halde koşturup durur, büyüdüğünde de "Bu çocuk neden böyle oldu" deriz. Anlayacağınız yasaklar gani  ama ne yapması, nasıl davranması gerektiğini söyleyen yok. Yapmayın etmeyin. Bilmiyorsanız da okuyun araştırın.

Amaç çocuğu pörtletmek değil, amaç hele ki günümüz dünyasında yaşamı iyileştirecek, güzelleştirecek nesiller büyütmek olmalı.

Bu yazıyı neden mi yazdım? Komşuda 2-3 çocuk var, akşamüzerleri sitenin havuzuna iniyorlar. Oynarken öyle bir gürültü çıkarıp öyle çığlık çığlığa bağırıyorlar ki görmesem işkence yapılıyor zannederim, oradan aklıma geldi.

BURC Beach

Yıl 93 mevsim yaz... Bir gün birisi "Hadi Kilyos'a denize gidelim" dedi. Sadece Türk filmlerinden bildiğim uçsuz bucaksız kumsallara attık kendimizi ve ben oraya âşık oldum.O gün bugündür yazları üşenmem Bağdat Caddesi'nden Kilyos'a denize giderim.

Benim mekânım Boğaziçi Üniversitesi'ne ait BURC Beach. Eskiden tesis falan yoktu kendi buz kovamız, sandviçlerimiz falan giderdik, şimdi yıkılıyor. Aslında Boğaziçi mezunları yararlansın diye ama ben ilk keşfedenlerden olduğum için VIP misafir konumunda ağırlanıyorum.

Allah razı olsun tabii de konumuz bu değil, konu biz ve yüzyıllardır orada duran muhteşem kumu, güneşi, rüzgârı, dalgası olan bu güzelliğe daha yeni aymış olmamız. Biz niye böyleyiz gerçekten niye? Neden Allah'ın dünyada yarattığı en güzel, en verimli, en topraklarda yaşamamıza rağmen değerini bilmiyoruz?

Tavsiyem, üşenmeyip lütfen bir gidin Kilyos'a. Sadece BURC yok, High Beach var, Suma Beach var, Tırnata Beach var, var da var. Bakın Google'a, o size söyler.O güzel bedenlerinizi, değerli çocuklarınızı pis, klorlu, çişli havuzlara değil de denize sokun. Gün boyu dalgalarda oynayın, iyot kokusunu içinize çekin, çocuk olun, kumlara bulanın, kaleler inşa edin, yürüyüş yapın. Garanti veriyorum yeniden doğmuş gibi olacaksınız. 

"En pis deniz en temiz havuzdan daha temizdir" demişti havuz inşa eden bir kankam, düşünün. 

Mıntıka temizliği

Bu da kader olsa gerek. Titiz biriysen oturduğun yerde kıçın bir türlü rahat etmez. En ufak bir pislik bütünü bozduğundan üşenmez kalkarsın düzeltmek için. İşte ben, takıntılı, hafif obsesif, düzen hastası ben. O zaman ne oluyor?

Mesela bir parka veya plaja mı gittim, başlıyorum etraftaki çöpleri falan toplamaya. Eşliğinde bol küfürle tabii. Bu alışkanlığı nasıl edindin derseniz muhakkak annemin, babamın titizlik ve düzen anlayışıyla ilgilidir. Bir de yabancılardan gördüm ondan.

Şöyle ki; meşhur Türk-Amerikalı işadamı Ahmet Ertegün yaşarken her yaz Bodrum'daki evine gelirdi. Yanında bir sürü yabancı misafir de beraberinde. Tekneyle koyları dolaşırken her durduğumuzda yabancılar kıyıya ellerinde kocaman çöp torbalarıyla çıkar mıntıka temizliği yaparlardı. Biz de tembel Türkler olarak özenirdik adamların hassasiyetine. Öyle öyle öğrendim işte. 

Anadolu yakasının en büyük özelliği müthiş sahili. Trafiksiz, yemyeşil, ağaçlar dolu muhteşem sahil. Gidin görün haftasonu sonrasında. Pikniğe, oturmaya, keyfe gelen herkes yediğinin içtiğinin çöpünü öyle bırakıp gidiyor hem de bir daha geldiğinde tertemiz bulacağını bilerek. Nerden biliyor? Çünkü belediye tertemiz yapıyor da oradan. Belediyeye bir tavsiyem var, bırakın öyle. Bir daha geldiğinde bulsun bıraktığı gibi, oturamasın pislikten. Belki adam olur. Ya da koy zabıtanı, polisini, uyarsın, ceza kessin bakalım yine yapacak mı?

Yurt dışlarına hep özeniriz ya, onlar çok mu medeni sizce? Yoo sadece cezalar çok ağır. Şöyle de bir şey var tabii, senelerce ceza korkusundan yapa yapa sonunda medeni de olunuyor. Neticede genetik kodlara işleniyor bilgi.

Storage

Depo Savaşları diye bir belgesel var, çok komik. Adamların kiralık depoları var ya yurt dışında, kendi anahtarınla girip çıkıyorsun. İşte o depolarda kira parasını ödemeyenlerin depolarını kapısı kapalı satışa sunuyorlar. Birkaç alıcı da gelip açık arttırmaya katılıp alıyorlar. İçinden bazen verdikleri paraya değecek bazen de beş kuruş etmeyecek şeyler çıkıyor. Program eğlenceli.

Metin Yanyalı da Depo Savaşlarını seyrederken "Neden ülkemizde bu yok" diyip girişmiş işe. Rent a Depo isimli işletmeyi hayata geçirmiş. Al sana alternatif iş. O kadar tutmuş ki şimdilerde daha genişini açmaya hazırlanıyorlar. Diyelim taşındınız ve eşya arttı, tut kendine uygun boyda bir depo, koy istediğin gibi, anahtarın da sende nasılsa. Ama bil ki ödemezsen kirasını burada da satılır eşyalar.

Büyük ihtimal TV'ye çıkmazlar ama bir eskicinin elinde kalırlar, ona göre. İlginizi çekerse www.rentadepo.com'dan ya da 4446931 numaralı telefondan bilgi alabilirsiniz.